Ağrıyan boğazım

Boğaz ağrım var sanırım son 5 gündür. Geniz akıntısı, boğaz ağrısı, arada biçimsiz bir öksürük. Konuşmakta da zorlanıyorum. Allahtan yazabiliyorum. Onda da biraz enerjim düşük…
Bugün çok iyi olduğunu düşündüğüm bir yazıyı bitirdim. Azıcık uzun sürdü. Yazı da uzun. Her gün bir yazı yazmak bu yüzden zor olabiliyor. Bu haftadan itibaren yazma konusunda daha basit ve daha uygulanabilir bir yöntem denemeye başladım. Her gün 4 saat yazı yazacağım. İster sabah kalkınca. İster gece geç saatte. Aşağıdaki gibi bir saat aldım temu’dan. Üste gelen yüzeydeki sayı kadar dakikalık alarm kurmaya yarıyor.

30 dakikalık periyotlarla pomodoro yapıyorum. Sonra adisyona çay yazar gibi bir çizgi atıyorum sağ elimin altındaki deftere. 4 tane X yapınca mesaim dolacak. Yazı bugün bir buçuk saatimi aldı. Dün yarım bırakmıştım. Ondan artan kısmı bu. Şimdi ise kırk ikiye içimi döküyorum.
Dün akşam Erdal ve Görkem ile yayın yaptık. AI işleri üzerinden laklakçılık. Araba kullanırken, spor yaparken falan çerezlik. Bana da azıcık mola. Boğazım için bir şeyler alayım.
Ve geri geldim. Ne yaptım? Ara öğün ve arkasından 1:10 dakika yürüyüş. Kaju şapşalı ile markete gittik. Kıvırcık, roka ve muz aldım diyetime uyacak şekilde. Akşama tavuk var. Çorba falan feşmekan. Günün 3. yazma saatine başlıyoruz. Başladık.
Bu haftayı verimli geçirmem lazım. Bu 4 saat iddialı olabilir mi? Olacak. :) Haftaya pazartesi annenin bir operasyonu var. Destek ve bakım için iki hafta kadar Ödemişçilik yapacağım. yazmaya zaman olur mu bilmiyorum. Zamanımın kontrolü bende olmayacak bir süre. Annemin ilk ciddi operasyonu. Daha önce sağlıkla ilgili sıkıntılar yaşadı ama bu kadar ciddi değildi. Sanırım biraz korkuyor. Geçen bana seni seviyorum falan dedi. lksdjhfdaldkşa. Alışık değiliz böyle sevgi sözcükleri duymaya. O da etmeye pek alışık değil. Öyle saçma oldu telefon ile konuşurken.
“Hadi görüşürüz” dedim telefonu kapatırken. “Seni seviyorum” dedi ve o an kapatmış bulundum telefonu. Geri aradım sonra, “sen baya korkuyorsun” dedim. Azıcık dalga geçtim “ben de seni” dedim kapattım. Dalga geçmek, geçebilmek büyük nimet. Ciddi bir sürü derdi yumuşatmaya yarıyor. Benim hayatımı hem kolaylaştırıyor hem de eğlenceli kılıyor.
Alice’i kaybettiğimiz gün aklıma geldi. Yavrumun cansız bedeni kucağımda Barış’ların bahçeye girdim. Önden haber vermiştik sizin bahçeye gömelim diye. Barış 30 cm X 70 cm kadar bir mezar kazmış. Beni gördü, elindeki beli yere bıraktı, salya sümük ağlıyor, ağlıyoruz… Gömdük kızımızı. Ağladık, ağladık, ağladık…
Bir saat falan geçti. Barış’ların evde masa başında başımıza geleni hazmetmeye çalışıyoruz. Ağlamaya devam. “Ya Barış” dedim, sen ne kadar hazırmışsın mezar kazamaya. Vallaha hazır bekliyormuşsun.” Önce Barış biraz gülümsedi, sonra ben, sonra sırası ile Aysel, Dilek ve İzmir. Bu da böyle bir anımız. (Salih geldi. Hol lambalarını değiştirdik. Kapının fitilini değiştirdik. Ihlamur aldırmış Aysel bana. Kahve içiyorum. Sonra artık… özetle bölündüm ve bir 10 dakikam gitti. Şimdi devam.)
Bugün yazdığım yazı güzel oldu. İçime sindi. Hala da biraz etkisindeyim. Her şeyin birbiri ile bağlı olması, arasında bir ilişki olması fikri mesela ilginç geliyor. Ben çoğu şeyin ilgisiz olduğunu düşünüyorum. Hatta ilgili olduğunu düşündüğümüz şeylerin bile bizim uydurmamız olduğuna eminim ama ispat edemem. Ben Adamlar dinlemeyi seviyorum. Davulda çalmayı da. Gitar için hiç heves etmemişim adamlara. Azıcık çalışayım. Yeni albümden “Ah be güzelim” çalıyor arkada yazarken. Oradan çağrıştı. Ne diyordum her şey birbiri ile ilgili… (değil)
Masamın üstünde Gündelik Hayatımızın Tarihi var. İşbankası yayınlarından çok tatlış bir referans kitap. Günlük hayatımızdaki nesnelerin falan nereden geldiğini, tarihçesini anlatıyor. Ekonomi kitabı var. Dost yayınlarının referans kitabı. Onun üstünde de 100 objede dünya tarihi. British Museum’un dünyadan çalıdğı, pardon topladığı eserler üzerinden bir okuma. Bu yazıdaki ekran görüntüsü ondan geliyor. Tüm bunların üzerinde ise Siyah Kuğu. Ya ne kaar kötü yazılmış bir kitap bu. Elim hiç gitmiyor. Akmıyor. Çeviri kaynaklı mı bilmiyorum. Nassim abi bir Fatih Altaylı resmen. Sürekli ben demiştim formatında kitap. Bir de Siyah Kuğu metaforuna bu kadar kasmaya gerek var mı bilemedim. Kitabın büyük kısmı düşünce hatalarımız, irrasyonel davranışlarımız üzerine. En azından benim için.
Ben bu tarz kitapları tekrar modunda okuyorum. Daniel Kahneman’ın tekrarı, İrrasyonel kitabının tekrarı gibi. Daniel Kahnemanın kitabı da hiç gitmedi. Yarıya bile gelmeden lanet ettim. Haklısın Daniel abi. Bu insan puşt, sözüne güven olmaz. Koydum kitaplığa geri. Ortamlarda sistem 1, sistem 2 diye takılıyor herkes. İlk 50 sayfadan sonrası kimsede yok. İnanın bana…
Nasıl aktı yazı. İsmail abi yazıyı okusa “laaaaps” diye yazmışsın her şeyi derdi eminim. “İsmail abi!”, “Hoooop!”
Boğaz ağrım geçmiyor. Azıcık yordu beni Kajunun çekiştirmeleri. Bir de hava buz. 7-8 derece diyor ama poyraz fırtınası var. Sahilde anam ağladı yütürken. İliklerime kadar işledi soğuk… Barış’a yazayım. Geldiyese azıck Fifa oynayalım. Ya da ben azıcık kestireyim. Low battery diyor gözlerim…
30 dakikalık yazma süremin bitmesine 5 dakika 52 saniye var. Kalan 1:30 saat için yeni bir yazıya başlayayım en iyisi. Yazacak bir şey bulamazsam, uyku beni esir alırsa kırk ikiye yazarım bişiler…
Hadi kalın sağlıcakla.