Girdiğim kabın şekli
Bugün gelen misafirimize “İyi gözükmüyorsun Ayhan Amca. Bir sıkıntı yok değil mi?” dediğim için annem tarafından uyarıldım. Öyle denmezmiş.

Lütfen alıcılarınızın ayarları ile oynamayın. Keyifli okumalar.
Bildiğiniz gibi ya da bilmediğiniz gibi annemin ameliyat ve ameliyat sonrası iyileşme süreci için Ödemiş’teyim bir haftadır. Cumartesi pazarı düşündüğüm gibi geçmedi. Pazara gitmek için para çekmek istedim. Yakınlardaki ATM çalışmıyordu. Bankaya gidip çekmek lazım. Bankalar caddesi zaten pazarın içinde. Araba ile girmek mümkün değil. “Zaten salı günü eve yakın bir pazar falan var” derken pazar işini sallarken buldum kendimi. Aysel dışarıda idi. “Üstünde para varsa sen şunları bunları alır mısın?” dedim. Varmış. Aldı. Ben de araba ile onu aldım. Kollektif bir pazar deneyimi oldu. Yazı da bahsettiğim köklerimle karşılaşamadım. 🙂
Cumartesi akşam Gökhan, İlke ve Toprak geldi. Ev zaten biraz hareketli idi, Toprak ile daha da hareketlendi. İki gün geçirdik ama Toprak ile nasıl geçti vallaha anlamadım. Amcalık zor iş. Pazar akşamı Aysel’i de alıp döndüler. Gelecek iki hafta Burak sağlık kabini olarak hizmet vermeye devam.
Anne evde istirahatte olduğu için kendisi geçmiş olsun ziyaretlerini evimizin misafir odasında kabul ediyor… Evet taşrada misafir odaları hala var. Hala misafir gidince kapısı kapatılıyor. Genelde annemin eski mahalleden arkadaşları, akrabalar geliyorlar. Bu durumlarda sağlık kabini şapkamı çıkartıp ev sahibi şapkamı takıp misafir ile de ilgileniyorum.
Gelenler aşağı yukarı annem ile yaşıt insanlar. Hepsi benzer hikayeleri yaşamışlar hayatlarında. Herkesin çocuğu okumak için şehirden gitmiş, sonrasında da genelde gittikleri yerlerde çalışmaya başlamışlar ya da bir adım daha ileri gitmiş, İstanbul’a yerleşmişler. Ödemiş’e dönen yok mu? Var. Ama çok da değil. Çocukken kafamı seven, beni bakkaldan ekmek almaya gönderen teyzelerle ile tekrar karşılaşmak farklı bir deneyim. “Sen nasılsın yavrum?” ların odadaki kişi sayısının kartezyen çarpımı kadar sorulduğu bu deneyim bir nevi katılımlı gözlem imkânı sağlıyor bana.
Hem mahalle hem de akrabalar yıllardır ara ara denk geldiğim geniş bir topluluk. Akrabalar ve mahalle bazı yerlerde kesişim alanlarına sahip. Geniş bir ilişkiler ağının ortasındayım. “Hani var ya?” annemin en çok kurduğu cümlelerden birisi. Bir diğeri ise “biliyorsun sen, biliyorsun…”
Birisi birisinin ilk okul öğretmeni ve aynı zamanda mahalleden biz taşındıktan sonra bizim apartmanın ikinci katına taşınmışlar. Ben Yüksel Amcayı* bilirim. Onun yerine biri taşındı ise bilmem. Bende mahalle ve akrabalık sadece temas ettiğim kadar. Gerçek bir tanış olma hali gerekli benim açımdan zihnimde bir karşılığı olması için insanların. Görece daha yakın olduğumuz, hastalıkta, vefatta, düğünlerde buluştuğumuz geniş bir çember var zaten. Bendeki tüm aile knowledge’ı bu kadar.
Dilara tam bir muhtar gibidir. Kim kimin nesi, kim ile nerede görüşüldü falan tüm detayları ezbere bilir. Bu ilişkiler ağının içerisinde kime ne denir, kime ne denmez gibi grup norm ve kurallarına da hakimdir Diloş. İma dili ve edebiyatı ve elbette ki dedikodu bu tarz grupların olmazsa olmazıdır. Her gelen ile bir şey konuşulur. Onlar gidince yeni gelenlerle onlar konuşulur. Toplanan istihbaratlar grubun uyumu, bireyler arası sıkı ilişkiler için karşılıklı paylaşılır. Çelişkiler masaya yatırılır ve eksik istihbarat ile toplanan veriler birleştirilerek daha büyük bir anlatı oluşturulur.
Herkes böyle yaptığı için de herkes ne dediğine ne paylaştığına dikkat eder. Bilir ki bugün söyledikleri yarın karşısına çıkacak. Sürekli bir dikkatli olma hali, sürekli ne söyleyeceğini seçme durumu diyalogları kısıtlar, işlemciye de ek yük bindirir. Derinlik ve samimiyet kaybolur. İletişim de giderek birbirini tekrar eden “small talk” seviyesine iner.
Yıllar evvel evden gitmek herkesten uzaklaşmak da demekti benim için. Herkesi bilmek, her ince ayrıntıya dikkat etmek, herkese -mış gibi yapmak ile kendin olmak, en azından aramak için bir yolculuk. Bu oluş haline büyük anlam yüklediğimi düşünmeyin. Çoğu zaten sadece gidince kendiliğinden oluyor. Değişiyor insan. Gittiği şehrin, bulunduğu kabın şeklini alıyor. Mahalleden, aileden başka insanlarla karşılaşıyor. Bildiklerini, alıştıklarını sorguluyor. Sonra bir yöne doğru devriliyor.
Ara sıra tekrar eve, çocukluk yıllarına, doğduğu kaba geri dönünce o eski kalıbın şeklini hemen almıyor insan. Önceleri bir buz gibi katı kalmaya devam ediyor. 2-3 gün geldi ise hele bir turist gibi dolaşıyor mahallesinde, çocukluğunun geçtiği sokaklarda. Sonra bırakıp gidiyor her şeyi olduğu gibi. Erimiyor hiç. Ama üç gün bir hafta olunca, bir hafta bir ay olunca erimeye başlıyor, yavaş yavaş kabın şeklini alıyor.
Ben en son halamı kaybedince 1 haftaya yakın kalmıştım Ödemişte. Ondan önce de dayımın ve babamın vefatında. Son 10 yılda 3 kez bir haftaya yakın kaldım. Öncesi yılda bir, belki iki kez, o da üç-dört gün. Eriyecek zamanım olmadı dolayısıyla. Onlar gibi olamadım, aralarına karışamadım pek. Biraz mayhoş bir his. İyi ya da kötü gibi bir ahlaki etiket iliştirmiyorum bu duruma. Sadece öyle.
Bu az görüşme hali ister istemez başka türlü bir sığlık katıyor ilişkilere. Kişiler, olaylar, aralarındaki ilişkiler hep bulanık. Bu bulanıklıkta yol almak zor. En doğru iletişim kimsenin seni tanımadığını varsaymak ve açık olmak. İlk açık olma durumu kendini ifade etmek ile ilgili. Ne düşünüyorsan net bir şekilde ifade etmek doğrusu. İkinci açık olma durumu ise dinlediklerinle ilgili. Çok kolay bir şey. Dinlemek ve yargılamamak. Ben şanslıyım. İkisi de iyi olduğum alanlar. Memlekete gelince de çok işime yarayan bir yetenek. En azından yüz yüze iletişimde. Küçük topluluğumuzda arkamdan ne diyorlar bilmiyorum. :)
Aslında biliyorum bir kısmını. “Dobra” diyorlar arkamdan. Fikrimi açık söylediğim için bazen de onların fikirlerine katılmadığımı net ifade ettiğim için. “Dobra” az önceki mayhoşluğun vücut bulmuş hali gibi. “Bu hıyar yine dangadanak bir laf edecek” ile “birilerinin doğruyu söylemesi gerekiyordu” arasında bir saçma hal…
Bugün gelen misafirimize “İyi gözükmüyorsun Ayhan Amca. Bir sıkıntı yok değil mi?” dediğim için annem tarafından uyarıldım. Öyle denmezmiş. “Nasıl denirmiş?” diye sordum. “Denmez” dedi.
Ayhan Amca çok saygı duyduğum akrabalarımızdan birisi bir de. Çocukluğumdan beri bildiğim, yazları köyde bahçesinde top koşturduğum, her güzel günümüzde yanımızda olan, babam ilk kalp krizini geçirdiğinde de son krizinden sonra gömerken de yanımızda olan bir adam yahu bu. Ben Ayhan Amcaya “Canını sıkan bir şey var mı?” diye soramayacak mıyım? Sorulmaz mı böyle şeyler?
Bunu ya da benzeri soruları sormadığımızda, aramızda kurduğumuz şey bir ilişki olur mu?
Tüm gün bunu düşündüm.
Net, açık ve samimi bir iletişim olmadan gerçek bir topluluk olur muyuz?
Olursak da buna topluluk denir mi?
Bilemiyorum…
Düşüneceğim.
*Yüksel Amca yazıdaki görseldeki doğum günü haberini yapan gazeteci. "Hayatımın en güzel günü" iddialı olmuş.
*Ayhan geçek isim değil.